top of page

Ölüm Bağrında Büyütür Yaşamı

Güncelleme tarihi: 25 Şub

Kelime anlamı olarak ölüm, bir organizmayı ayakta tutan tüm biyolojik işlevlerin geri döndürülemez bir şekilde sona ermesi olarak tanımlanır. Ölüm, insan için tarihsel dinamiğini korumuş, korumayı da sürdürmektedir. Onu anlamlandırma, açıklama ve kabul edilebilir form kazandırma uğraşı süreç içerisinde dinlerin, politikanın, psikolojinin, felsefenin ve sosyolojinin önceliği olmuştur. Ölümü salt olarak değerlendirmenin eksikliği ile var olma, yaşam gibi kavramlarla diyalektik bir ilişki kurulmuş, yıkıcı etkisi doğal sürecin içerisinde harmanlanarak yumuşatılmıştır. Bu yazım, ölümün derinlemesine bir incelemesinin yapılmasının öznel ve somut koşullarını karşılayamadığımdan bir giriş niteliği taşımaktadır. Bu anlamda ölüm konusunu bir dizi haline getirmeyi düşünüyorum.

 

ÖLÜMÜ DÜŞÜNMEK ÜZERİNE

Ölümü düşünmek, düşlemek, beraberinde karşılıksız ve doyurucu olmayan cevapları da getirir. Bu cümlenin bitimiyle kafamızda oluşan soruların cevaplarını aramanın yoruculuğu, insanı, soruyu sormamaya veya düşünmemeye itmektedir. “Hiçliğin” ağırlığı altında cılızlığının gerçekliğiyle insan, omzuna yüklenen ‘tabutu’ taşımaktansa içinde taşınan olmayı tercih edebilecek kadar yaşamı soyutlayabilir. Taşınan olmak, yaşamın ilerleyişinde insanı rahatsız edecek sorgulamalardan uzak tutarak sıradan bir yaşam içinde konforu da beraberinde getirir. Ölümle yüzleşmek, onunla yakınlaşmak veya tanık olmak istemsizce düşünce tarzında değişimler beraberinde getirir. Dolayısıyla bu yazımda gayretim, sıradan ve konforlu yaşama çomak sokmak değilse de ölümün beraberinde getirdiği sorularla etrafı sarılan insanın yalnızlığını kalabalıklaştırmak olabilir. Ölümle yüzleşmeye dair biraz Heidegger’in “otantik olma ve olmama” tanımına değinelim. Heidegger’e göre otantik olmayan insan, var oluş üzerine düşünmediği, var olmayı unuttuğu zamanda yaşamın sıradan işlevi içerisindedir. Bu tarzda insan, kendi var oluşunun farkında değildir ve dolayısıyla kendi dünyasının sahibi olduğunun da farkına varamamaktadır. Kendi seçimlerinin sorumluluğunu almaz, başkalarının yönlendirmesine daha yatkındır. Bu anlamda özgür olmaktan da uzaktır. Bu uzaklık onu özgürlüğün kaygı verici unsurlarından ve sorumluluğun yükünden korusa da kendisini gerçekleştirmesi de bir o kadar olanaksızdır. Diğer bir tarz olan otantik olma durumunda ise insan, var olma üzerine düşünür ve bunun farkındadır. Var oluşuna dair sorumluluğu üstlenir. Ve yalnızca bu ikinci tarzda insan kendisini gerçekleştirebilir. Heidegger’in savunmasına göre insan, var oluş farkındalığını yalnızca düşünerek veya çabalayarak ulaşamaz. Ölümle yüzleşmek bu anlamda önemli bir yerde durmaktadır. İnsan, sarsıcı ve kaçınılmaz deneyimlerle otantik tarzda düşünmeye başlar.

 

GİRİŞİ SONLANDIRIRKEN…

Ölüm üzerine, “Ölüm Bağrında Büyütür Yaşamı” başlığıyla kaleme almaya başladığım yazıyı sonlandırırken, bu başlıkta ölüm ve yaşam, var olmak ve ol(a)mamak… diyalektik ilişki içinde birbiriyle çatışma içerisinde olan bu kavramların, bir arada birbirini besleyen anlamlarını vurgulamaya çalıştım. Dizinin bir sonraki yazısında ölüm ve anksiyete konusuna değinmeye çalışacağım. Bu değinmede varoluşçu bir gözle bakmanın yanında Freud’un kaynaklığından da yararlanacağım.

 

 

 

                                                                                                            

Comments


İletişim

​​​

Email​:​

iletisim@pskcemarslan.com

​​​​​

Telefon:

0544 915 96 39

​​​​

Adres:

Ergenekon Caddesi, Bozkurt Mahallesi, Bilezikçi sokak,

No:26 Kat:4 Daire:5

Şişli|İstanbul

© 2023 Klinik Psikolog Cem Arslan

bottom of page